Supangle

22 Şubat 2009 Pazar


Malzemeler :
1 litre süt
1 su b.toz şeker
2 çorba k.kakao
2.5 çorba k.un
1 yumurta sarısı
1 çorba k.tereyağı
2 çorba k.damla çikolata
3 muz
yarım kakaolu pandispanya keki
Keki ıslatmak için:

reçel ve su karışımı

Hazırlanışı :
Tencereye 1 litre süt alın.Üzerine su bardağı toz şeker,2 çorba kaşığı kakao,2.5 çorba kaşığı unu alın.Üzerine 1 adet yumurta sarısı ekleyin.Supangleyi sürekli karıştırarak pişirin.Kaynadıktan sonra 3 yada 4 dakika daha bekletin. Pandispanya kekini yuvarlak çemberler kullanarak yuvarlak şekillerçıkartın. Kaselerin içine kek parçalarını yerleştirin. Kek parçalarını reçel ve su ile ıslatın. 3 adet muz kesin.Kasedeki kek parçaların üzerine muz dilimleri ilave edin. Kaselere supangleyi ilave edin.Soğuduktan sonra servis edin.

Çift Çekirdekli Ekmek



Malzemeler :
2 su b. un
2 su b. yedi tahıllı un
1 su b. kepekli un
1 paket yaş maya
2 çorba k. esmer toz şeker
yarım çay b. zeytinyağı
1 tatlı k. tuz
1 çay b. süt

alabildiği kadar ılık su
kabak çekirdeği
ayçiçeği çekirdeği
Üzeri için:

Yumurta


Hazırlanışı :
Karıştırma kabına 2 su bardağı unu alın.Unun üzerine 2 su bardağı yedi tahıllı un 1 su bardağı kepekli un ilave edip karıştırın.Unların üzerine 1 tatlı kaşığı tuz 2 çorba kaşığı esmer şeker ilave edin.Unların ortasına havuz açın ve 1 paket yaşmaya ilave edin.Yaş mayanın üzerine 1 çay bardağı ılık süt ilave edin.Sütün üzerine ılık yarım çay bardağı sıvıyağ ilave edin.Sıvıyağ üzerine ılık su ilave edip ilk önce mayayaı eritin.Daha sonra unu da karıştırak hamuru yoğurun.
Hamurun içine kabak çekirdeği ve ayçiçeği çekirdeği ilave edin.


Daha sonra hamuru 2 parçaya bölün.2 parçaya böldüğünüz hamurları ekmek şeklini verin.Ekmekleri fırın tepsisine alın.Ekmeklerin üzerine yumurta sarısı sürün.Üzerine çörek otu serpin.Ekmeklerin mayalanması yuklaşık olarak 30n dakika mayalanması için bekletin.Daha sonra ekmekleri önceden ısıtılmış olan 180 derecelik fırında pişirin.

Havuçlu Cevizli Baton Pasta

Malzeme :
1 kg.havuç
1 su b.toz şeker
1 p.petibör bisküvi
1 tatlı k.tarçın
1 su b.ceviz
Hindistan cevizi

Hazirlanisi :
Havuçları rendenin ince yerinden rendeleyin, Üzerine 1 su b. toz şekeri ekleyerek kısık ateşte arada bir karıştırarak soteleyin. suyunu çekene kadar pişirin.

Diğer tarafta bisküvileri ve cevizleri karıştırma kabında kırın. Bu karışımı sotelenen havuca ekleyin. Biraz tarçın ekledikten sonra tekrar karıştırın.

Harcı Hindistan cevizi içerisinde rulo yapın. Streç film ile sarın. Buzdolabında bir süre beklettikten sonra dilimleyerek servis yapın.

afiyet olsun

Susamlı Açma


Malzemeler :
4,5 su b. un
Yarım paket yaşmaya
2 çorba k. toz şeker
1 tatlı k. tuz
1 su b. süt
Yarım çay b. sıvıyağ
1 yumurta
2 çorba k. susam
ılık su
Açmak için:

tereyağı
Üzeri için:

Yumurta sarısı
susam


Hazırlanışı :
Karıştırma kabına 4.5 su bardağı unu alın.Unu ortasına havuz açın ve yarım paket yaşmaya İlave edin.Mayanın üzerine 1 adet yumurtayı kırın.Üzerine 1 su bardağı süt ve yarım çay bardağı sıvıyağ ilave edin.Hamurun içine 2 çorba kaşığı susam ilave edin ve hamur malzemesini karıştırın.

Hamuru 14 adet bezeye bölün.Daha sonra her bezeyi elinizle tereyağı sürerek yuvarlak olarak çok ince olacak şekilde açın.Daha sonra açma hamurunu rulo şeklinde sarın.Rulo sardığınız hamurun bir ucundan tutarak halka şekline getirin.Açmaları fırın tepsisine dizin.Üzerine yumurta sarısı sürün.Yumurta sarısının üzerine susam serpin.Susamlı açmanın mayalanması için 15 dakika bekletin.Daha sonra önceden ısıtılmış olan 180 derecelik fırında pişirin.

GÜZEL HAYVAN RESİMLERİ




NETTEN ALINTIDIR

Villa fiyatına gelinlik



İzmir'de gerçekleştirilen 3. Gelinlik, Damatlık ve Abiye Giyim Fuarı'nda sergilenen altından gelinlik, görenleri oldukça şaşırtıyor

Ender Saraç Göbek eriten diyet

Eğer belirli bir bölgenizden (basen, göbek...) zayıflamak istiyor fakat bunu başaramıyorsanız umutsuzluğa düşmeyin. Böyle bir isteği ancak özel diyetlerle gerçekleştirebilirsiniz.

Sizlere 3 haftada, özellikle göbek-bel bölgesinden incelmeyi de sağlayacak özel bir program vereceğiz.


Ancak öncelikle şu noktayı vurgulayayım: Sadece diyetle bölgesel zayıflama tam olmaz.

Beraberinde özel egzersiz ve bazı özel bitkisel mönüler gerekir.

Bu programı 3 hafta uygulayın, 21'inci günün sonunda müthiş incelmeyi hayretle göreceksiniz.

Mekik hareketi

Dizlerimiz bitişik ve ayaklarımız birbirine paralel şekilde tabanları yeri gösterirken iki elimizi enseye koyup hızlı hızlı, sık sık ve kesik kesik hareketlerle karnımız acıyana kadar sabah ve akşam ellişer kez bu hareketi yapıyoruz. Bu hareket özellikle karın bölgesindeki kasları kuvvetlendirir, yağ dokusunu harekete geçirir ve yağların yanmasına yardımcı olur.

Sopalı hareket

Bu harekette de bir sopayı ense kökümüze alıp iki elimizi geçiriyoruz. Ayaklarımızı yere sağlam basıp süratli bir şekilde sağa ve sola doğru daha çok kalçadan yukarısını hızlı bir şekilde döndürerek birkaç dakikada bu hareketleri yapıyoruz. Bu haraket karnın yan tarafındaki kasların şekillenmesi ve göbeğin erimesini sağlar.

Bel kasları için mekik

Bir taraftaki kolumuzu, bükülmüş olan diğer taraftaki dizimize doğru hafifçe, sık sık ve seri hareketlerle yakınlaştırmaya çalışıyoruz. Bu hareketi de birkaç dakika dayanabildiğimiz kadar yapmaya gayret ediyoruz. Daha sonra diğer taraftaki ayağımızı ve kolumuzu değiştiriyoruz. Bu hareket karnın yan tarafına doğru olan kasları çalıştırmak için yararlıdır.

Haftanın tek günleri bunları yiyin

Kalkar kalkmaz: 1 bardak ılık ballı limonlu su (içine yarım tatlı kaşığı bal, 10 damla limon konacak).

Sabah sporu: 35 - 40 dakika tempolu yürüyüş yapın. Bol ter atmaya gayret edin. Ardından fotoğraftaki gibi 15-20 dakika spor.

Duş: Ham ipek kese veya kabak lifi ile 5 dakika fırçalar gibi göbek, basen, popo, bel sertçe fırçalanacak. 5 dakika kadar susam yağı, kekik yağı, biberiye yağı, melisa yağı ile aynı bölgeye masaj yapılacak.

Kahvaltı: 1 adet kabuklu yeşil elma, 1 adet sert şeftali


Ara: 2 parmak taze dil peyniri yiyebilirsiniz.

Öğle: 1 porsiyon ızgara tavuk (derisiz), bol rokalı yeşil salata (taze soğanlı).

Ara (saat 15.00): 3-4 yulaflı bisküvi.

Ara (saat 17.30): 1 adet yeşil elma.

Akşam: 4-5 kaşık zeytinyağlı fasulye (az yağlı), 1 dilim tam ekmek, mevsim salatası.

Gece: 1 bardak şekersiz tarçınlı ılık light süt. 3-4 fincan rezene çayı, yeşil çay, mısır püskülü, kiraz, avakado yaprağı karışım çayı içilecek.

Yasaklar
- Kolalı, şekerli içecekler
- Kızartma
- Hayvansal katı yağlar (tereyağı, kaymak, yağlı şarküteriler, yumurtanın sarısı, yağlı süt ürünleri, yağlı etler, tavuk - balık derisi, tam yağlı süt)
- Alkol (özellikle bira)
- Beyaz un
- Beyaz şeker
- Doğum kontrol hapları
- Aşırı gündüz uykusu
- Çikolata
- Yağlı çerezler
- Cips



Zayıflatıcı çayı elinizden düşürmeyin

Bir su bardağı için 1-2 adet avakado yaprağı, 1 çay kaşığı yeşil çay, küçük bir tutam kiraz sapı ve mısır püskülü, 1 çay kaşığı rezene tohumu sadece 1-2 dakika kaynatılacak ve hafifçe fokurdadıktan sonra 3-4 dakika demlenmeye bırakılacak.


Sonrasında şeker veya tatlandırıcı eklenmeyecek sadece çok ince bir dilim limonla içilecek. Yemeklerden biraz sonra da içebilirsiniz. Akşam yemeği mümkün olduğunca erken yenilecek.


Sabah ise erken kalkmak önemli çünkü erken kalktığınızda metabolizma hızlanır, sabah sporu ise vücudu canlandırır, harekete geçirir.

Dr. Ender Saraç

MARMARA /İstanbul /Ağva

4 mevsim boyunca şehrin gürültüsünden kaçmak isteyenleri kendine çekiyor Ağva... İstanbul'da yaşayanlar için kısa bir yolculuk sonunda Ağva 'da bambaşka bir dünyaya kucak açmak ve rüya gibi bir tatil yaşamak mümkün.

İstanbul'a sadece 97 km uzaklıkta bulunan Ağva, huzur içinde bir tatil için ideal fırsatlar sunuyor.Ağva otel açısından da zengin bir belde. Ağva 'da şirin bir otel arıyorsanız birçoğunu Göksu Nehri kıyısında bulabiliyorsunuz.



Ağva, Hititler, Frigler, Romalılar ve Osmanlılar gibi bir çok uygarlığın geçiş yeri olmuş bir belde. M.Ö. 7.yy. uzanan tarihin kalıntılarına Ağva' ya bağlı civar köylerde rastlamak mümkün.Kalem köy' de Romalılara ait kilise kalıntıları ve mezar taşları, Hacıllı köyünde, 3.yy. sonu - 4.yy. başlarında bulunan Gürlek Mağarası, Hisar Tepe' de bulunan kale kalıntısı, Sungurlu mahallesindeki dağ değirmeni önemli buluntulardır. Ağva'ya 14. yüzyılın ikinci yarısında Konya, Karaman ve Balıkesir'den gelen Türkmen boyları yerleşmişler. Bugünkü Ağvalılar da aynı Türkmen boylarının çocukları

Ağva, Karadeniz kıyısında 3 km. Uzunluğunda kumsala sahip. Doğal plajı ve doğa harikası yeşili, etrafında yer alan bakir koylar, adacıklar, ormanlarla doğallığın iç içe ve oksijen oranının çok yüksek olduğu bir bölge. Kilim Koyu, Gelin Kayası, Saklı Göl mutlaka keşfedilmesi gereken yerler. Gelin Kayası denmesinin sebebi, beyaz olması ve duvaklı bir geline benzemesi.

Balık avlamaya meraklıysanız Ağva kıyıları sizin için biçilmiş kaftan. Burada balığa doyacaksınız. Karadeniz'e kıyısı olması nedeniyle burada her tür balık bulunuyor. Ağva'nın merkezindeki gözünüze çarpacak en önemli şeyler balıkçı tekneleri olacaktır. Balıkçılarla sohbet edebilir, çay içebilir hatta birlikte balığa bile çıkabilirsiniz. Yöredeki tesislerde her zaman mevsimin taze balıklarını bulabilirsiniz.

Eşsiz tabitatıyla keşfedilmeye hazır Ağva'da, yaz kış su sporları (dere kıyısında kano, deniz bisikleti) kış aylarında fitness, doğası itibariyle trekking ve avcılık yapabilirsiniz. Ormanda yürüyüş, koşu, bisiklet, kamping gibi aktiviteler için son derece uygun olan Ağva, yazın Karadeniz'in hırçın sularında serinlemek isteyenler için de ideal. Kaplumbağa, ceylan, kurt, çakal, yaban domuzu, tilki, sincap, birçok kuş türü özellikle yalı çapkını barındıran Ağva avlanmaya da çok uygun.

Temiz havayı buram buram solumak, romatizmal hastalıklara iyi geldiği söylenen şifalı kumsalında yürümek, dere kıyısındaki restoranlarda lezzetli balıkları tatmak da Ağva'nın keyfine varırken ihmal etmemeniz gerekenler



Taze ve leziz balık yemek için Ağva gerçekten bulunmaz bir cennet. İsterseniz kendiniz tutabilir, isterseniz satın alabilir ya da restoranların menülerinden damak tadınıza uygun bir tercih yapabilirsiniz.

Ağva'da balık restoranları genelde Yeşilçay Nehri üzerinde bulunmakta. Bu restoranlarda yemeğinizi yerken bir yandan da nehirde yüzen ördek ve balıklara ekmek atmayı unutmayın.

Ağva'da balığın dışında tandır kebap, bıldırcın, piliç ve diğer ızgara çeşitlerini bulmak da mümkün.

Ağva'da yer alan otellerin bir çoğu aynı zamanda restaurant ve bar olarak da hizmet veriyor. Özellikle Göksu Nehri kıyısında yer alan otellerin kendilerine ait iskelelerinde kurulu masalarda, balığınızı yerken şarabınızı yudumlamak ayrı bir keyif veriyor. Bu otellerin aynı zamanda birer adet büyük özenle döşenmiş şömineli, kapalı restaurantları bulunuyor.



İstanbul'a 97 km. lik uzaklıkta yer alan Ağva'ya, büyük bir bölümü otoban olan yoldan ulaşılabiliyor.

Özel aracınızla; birkaç güzergahı kullanabilirsiniz:
1.Güzergah
Ümraniye-Şile yolunu takip edin. Şile'den sonra, Ağva'ya giden sahil yolunu kullanarak, Kabakoz, İmrenli, Akçakese ve Kurfallı güzergahını izleyin. Toplam bir buçuk saatte Ağva'ya ulaşabilirsiniz.
2.Güzergah
Ümraniye-Şile yolunu takip edin. Şile'ye gelmeden önce Pot Deresini geçtikten hemen sonra sağa dönen yola sapın. Ovacık, İmrendere güzergahını takip ederek, Teke güzergahını izleyebilirsiniz.
3.Güzergah
Ümraniye-Şile yolunu takip edin, Şile'den sonra, Ağva'ya giden dağ yolunu kullanarak, Teke güzergahını izleyebilirsiniz.

Özel aracınız yoksa; İstanbul-Üsküdar'dan her saat başı Şile-Ağva otobüsleri kalkıyor

EGE /Çanakkale /Bozcaada

Tanrı, insanların uzun omürlü olmaları için Bozcaada'yı yarattı"demiş Herodot...

Denizi mavinin tüm renklerini barındıran, kumsalları sarı ince ipek gibi kumdan oluşan Bozcaada'da, mor, mavi, pembe ve kırmızı kapılı bembeyaz rum evleri ve yemyeşil asmalarla bezenmiş dar sokaklarda dolaşırken, yaşadığınız kentin karmaşasını tamamen unutacaksınız.

Ara sokakaktan gelen akordeon sesi, dükkan önünde piposunu tüttüren beyaz sakallı yaşlı adam, vitrinlerde göreceğiniz rengarenk reçeller ve keşfedeceğinizi birçok ayrıntıyla donanmış adanın sokakları...



Bozcaada, havası, eşsiz doğası ve tarihî dokusuyla, henüz el değmemiş bir hazine. Ege Denizi üzerindeki adalardan biri olan Bozcaada'da , şirin liman kasabası dışında başka köy yok. Denize girmeye müsait pekçok koyu bulunuyor. Bozcaada'ya varır varmaz, hemen hemen her yerde dağıtılan ada haritası sayesinde, istenilen yere kolayca gitmek mümkün. Bisiklete binmeyi de seviyorsanız, deniz ve üzüm bağlarının eşliğinde harika bir yolculuk yapabilirsiniz. Asma yaprakları ve renk renk sardunyalarla süslü tarihi evleri, kedilerin dolaştığı dar sokakları, yüzyıllık kalesi, adanın önemli bir bölümünü kaplayan üzüm bağları ve balıkçılığı nedeniyle Bozcaada, özellikle son yıllarda önemli bir turizm merkezi.

Ahalisi hem Türklerden, hem de Rumlardan oluşan adadaki küçük kasabada bugün bile Türk ve Rum mahalleleri bulunuyor. Özellikle de 12-13 Ağustos tarihlerinde yapılan Bağbozumu Festivali'ne Amerika'dan, hatta Avustralya'dan gelen ve adaya yerleşenler var.

Bozcaada'nın belki tek sorunu, rüzgâr. Sıcak günlerde bu bir avantaj. Ancak, yılın diğer zamanlarında iklimin daha sert geçmesine ve vapur seferlerinin aksamasına neden oluyor. Rüzgâr enerjisinden yararlanmak için birkaç yıl önce bir Türk firmasının Almanlarla ortaklaşa hazırladığı elektrik santrali projesi başlatılmış. Bozcaada'nın güney ucuna, rüzgârla çalışan ve elektrik üreten 17 dev pervane yerleştirilmiş.

Bozcaada kasabasında bir okul yapımı sırasında, İlyada Destanı'nda adı geçen antik Tenedos kentinin izlerine rastlandığı biliniyor. MÖ 6. yüzyıldan Roma Dönemi'ne dek kullanıldığı anlaşılan kent nekropolünde pişmiş toprak heykelcikler ve çanak çömlekler bulunmuş. Kuzey yönünde ise bir başka destanın yaşandığı Çanakkale Boğazı ve kıyıları uzanıyor.

Bozcaada Kalesi. Adaya gelenlerin ziyeret ettikleri yerlerden biri de tarihi Bozcaada Kalesi. Adanın kuzey burnu üstünde kurulmuş olan kalenin, kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Venedik, Ceneviz ve Bizanslılar döneminde kullanılan kale, Çanakkale Boğazı'nın önemi nedeniyle Fatih Sultan Mehmet tarafından onarılmış. Kanuni Sultan Süleyman ve 2.Mahmut tarafından genişletilen kale, 1965-70'te Turizm Bakanlığı tarafından gözden geçirilmiş. 10 metre genişliğinde ve 250 metrelik su hendeğiyle adadan ayrılan Bozcaada Kalesi, iç ve dış olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Surlarla çevrili bölümlerde su sarnıcı, cephanelik, revir, karargah, kuyu, çeşme, camii, atölye ve kışla binası bulunuyor. Kale, görkemli görünüşüyle dışardan olduğu kadar içerden de etkileyici. Ilık havada taş basamaklarla surlar ve burçlara tırmanan ziyaretçiler, Bozcaada'nın panoramasını farklı açılardan izleyip, fotoğraflama olanağı buluyorlar.



Bozcada, balık , deniz mahsulleri ve şarabın tadını en iyi cıkarabileceğiniz yerlerden birisi. Limanda dizilmiş lokantalarda deniz mahsüllerinin neredeyse her çeşidini tadabilirsiniz. Limandaki Yakamoz ve Ayazma’daki ‘Vahitin Yeri’ gidilebilecek restoranlarlardan.
Ataol ve Talay’ın Karalahana isimli şarapları oldukça leziz. Lodos Cafe Restaurantın asma yapraklı omleti, Lipsos balık buğulaması, ev yapımı üzüm likörü ve rezeneli omlet mutlaka tadılması gereken lezzetlerden.

Limanda bulunan pizza, lahmacun, kebap türü yiyecekler diğer seçenekler arasında.

Çay bahçeleri, bar, kuruyemiş satıcıları, büfeler, hediyelik şarap satılan dükkanlar ise diğer uğrak yerleri.



1.alternatif
Trakya üzerinden İstanbul, Tekirdağ, Gelibolu karayolu ile Eceabat veya Kilitbahir’den feribotla Çanakkale’ye ulaşır, Çanakkale’den de Geyikli Yük Yeri iskelesine geldiğinizde feribot ile karşıya geçersiniz.

2.alternatif
İstanbul Yenikapı’dan feribotla Bandırma’ya gelinir. Bandırma, Biga, Çan, Bayramiç, Ezine karayolu ile Geyikli’ye gelerek feribotla Bozcaada'ya geçebilirsiniz.

3.alternatif
İstanbul Yenikapı’dan feribotla Bandırma’ya gelinir. Bandırma’dan sahil güzergahını takip ederek, Biga, Çardak, Lapseki, Çanakkale üzerinden Geyikli Yük Yeri iskelesi’nden Ada’ya geçebilirsiniz.

EGE /Çanakkale /Assos

Assos çevresindeki kasabalarda hala keşfedilmemiş cennetler bulabileceğiniz, insanı büyüleyen, mutlaka görülmesi gereken bir yer. Ayvacık ilçesinde yeralan Assos dört mevsim yerli ve yabancı turistleri konuk ediyor.



Yüksek kayaların üzerine kurulmuş ihtişamlı Assos Antik Şehri Ören Yeri, Çeşitli dönemlere ait onlarca tarihi eser, Orijinal mimarisi bozulmadan restore edilen taş evlerle bezenmiş dar sokaklar, Ege’nin tertemiz mavisiyle kucaklaşan doyumsuz bir manzara, insanı içine çeken etkileyici bir doğa, huzur dolu gizemli bir atmosfer...

Assos’a (Behramkale) adımınızı attığınız ilk andan itibaren etrafınızı saracak güzelliklerden yalnızca birkaçı olarak sayılabilir. Assos’u çevreleyen bu büyü ünlü filozof Aristo’yu (Aristotale) da etkilemiş olacak ki, burada bir felsefe okulunun kurulmasına vesile olmuş ve hayatının 3 senesini Assos’un huzur dolu ortamında geçirmiş.

Önce Midilliler yerleşmişler buraya, daha sonra Persler ele geçirmişler Assos'u ve neti yağmalamışlar. Ardından İskender Perslerle savaşıp şehri ele geçirmiş ve sırasıyla Romalılar, Bizans hüküm sürmüşler bu şehirde ve en son 1330'da Osmanlı egemenliği altına girmiş bu tarihi yer.

Athena Tapınağı. M.Ö. 6 ıncı yüzyıla tarihlenir. Biga yarımadası ve Edremit Körfezi'ni koruyucu özelliğine bakan bu Dorik tapınak eski ihtişamı ile restore edilmiştir. Assos Atina tapınağı Anadoludaki en eski Dorik tarzdaki tapınakların başında gelir.
Tapınağın kalıntılarına vuran ay ışığını seyretmek muhteşemdir. Aynı şekilde güneş yavaş yavaş yükselirken şehrin üstünde Edremit Körfezi'nin şahane görüntüsü ile birlikte çok hoş bir uyum yaratır. Tepeden denize doğru Agoralar, bir tiyatro ve bir de Gymnasium görülebilir.
Akropol'un kuzey köşesinde, ören yerinin çıkışında 14 üncü yüzyıl, Osmanlı Sultanı I. Murat zamanında yapılmış olan bir cami vardır. Gözlem alanınızın içerisinde bir köprü ve bir de kale bulunur. Harabelerin alt kısmında ufak ve sevimli bir liman bulunmaktadır.

Behramkale. Burası Türk sanatçılarının canlı, samimi ve bohem havaları nedeniyle onların ortak yeri olmasıyla da üne kavuşmuştur. Behramkale'nin 25 km batısında, Gülpınar köyünde M.Ö. 2 inci yüzyılda Apollon Smintheus Tapınağı'nın yapıldığı tarihi şehir Chryse yer almaktadır. Gülpınar'ın 15 km batısında, işaretleri bulunmayan sivri kayalıklı bir sahil boyunca uzanan yolda, denize inen dik yamaçtaki hoş köy evleriyle, Babakale bulunmaktadır



Assos'ta elbette en başta deniz ürünleri yemelisiniz. . Sabah erken saatlerde ava çıkan balıkçıların getirdikleri deniz ürünleri, Assos limanı çevresinde bulunan restoranlarınların ana menülerini oluşturuyor. Favori yemekleri arasında vahşi deniz çipurası, defne yapraklı şiş balığı ve kalamar bulunuyor..

Assos'ta deniz ürünleri dışında da tatlar da bulabilirsiniz. Halis zeytinyağı ve bu zeytinyağıyla pişirilen yemekleri denemenizi tavsiye ederiz. Peynir helvası, yoğurt, ayran, tereyağı, beyaz peynir, kaşar peyniri gibi süt ürünlerinden tadabilir ve dönüşte satın alabilirsiniz.

Plajın üstünde ve yanında bulunan kafelerde fastfood yiyecekler satan yerler de bulubilirsiniz. Sokakağzı sahilinde mantıcı, pizzacı ve çay bahçeleri bulunuyor

Dönüş yolunda, yöre halkından , yörenin kendine özgü tarhana, erişte, yağlı peynir, tereyağı, çam balı ve çeşitli meyve-sebzelerinden satın alabilirsiniz.



Assos'a kara ve havayoluyla gitmek mümkün. Türk Hava Yolları, yaz ayları boyunca haftada iki kez İstanbul - Çanakkale seferi düzenliyor. Kara yoluyla gidilirse eğer, İstanbul'dan 6 ila 8 saat, İzmir'den de 3 ila 4 saat sürüyor. Eceabat-Çanakkale arasında saatte bir vapur seferi yapılıyor. Kuzeyden Çanakkale tarafından Ayvancık ilçesini karşıya bağlayan 17 kilometre uzunluğunda dar ve virajlı asfalt bir yolla Assos'a ulaşılıyor. Güneyden ise İzmir yönünden Küçükkuyu'dan kıyıya inen ve deniz kıyısını izleyen asfalt bir yan yolla limana geliniyor.

Her gün, saat başı Çanakkale’den Ayvacık'a otobüs mevcut. Ayvacık'tan Assos'a ise minibüs ile ulaşıyorsunuz

AKDENİZ /Antalya /Kaş.

Kaş köyleri edinilen belge ve buluntulara göre, Lykia medeniyetinin en önemli bölgesidir. Teke Yarımadası sahillerinin M.Ö. 6 bin yılı öncesinden beri iskan edildiği bilinmektedir. Kaş arazi kesiminin batısında ve denize bakan bir tepede kurulmuştur. Şehir daha sonra genişlemiş ve kuzeybatıya doğru büyümüştür. Kaş'ın doğu ve kuzeyinde yer alan dağlarda birçok kaya mezarı bulunmaktadır. Lykia yazılarını taşıyan kaya mezarları "İonik" tarzda şekillendirilmiştir. Kaş'ın eski ismi Antiphellos'tur. Bu isimden de anlaşılacağı gibi şehir bir Lykia şehridir.

İlçe merkezi, Kalkan ve Gelemiş Köyü'nde son yıllarda turizm, hızlı bir şekilde gelişmektedir. Bu nedenle turistik tesislerin sayısı hızla artmaktadır. Kaş özellikle dalgıç turizmi bakımından ülkemizin önde gelen merkezlerinden biridir. Meis Adası'na en yakın noktayı oluşturan Kaş'da tarihi eserleri ve doğa güzellikleriyle önemli turizm potansiyeli vardır. Bir dil gibi denize uzanan Çukurbağ Yarımadası üzerinde yeni yapılmış modern oteller yarımadayı süslemektedir.

Kaş'ın içinde tertemiz sularıyla Büyük Çakıl Plajı, Küçük Çakıl Plajı ve Akçagerme Plajı gibi plajlar vardır. Ayrıca kayıkla Çayağzı Plajı'na da gidilebilir.

Kaş'ın etrafında yer alan 6 adet mağaradan Kaş'a 18 km. uzaklıktaki Mavi Mağara, Aşırlı Adası Deniz Mağarası, güvercinleri ile ünlü Güvercinlik Mağarası en ünlü olanlardır. Bu arada Kaputaş Plajı da bir dünya harikasıdır.

Kaş zengin tarihi yanında gün geçtikçe daha çok rağbet gören trekking, dağcılık, rafting gibi doğa etkinlikleri içinde sayısız olanaklar vermektedir. Doğa ile başbaşa olmak isteyenler için Gömbe'deki Yeşilgöl ve Uçansu Şelalesi iyi bir seçenek oluşturmaktadır. Akdağ'ın dibinde bulunan Gömbe, Kaş'tan 70 km uzaklıktadır. Akdağ ise Batı Torosların Kızlar sivrisinden sonra en yüksek zirvesidir. Burada bulunan küçük göller dikkat çekicidir.Gömbe'de Komba antik kenti ve buradan 13 km. uzaklıkta Nisa antik kenti vardır. Ayrıca Kaş içinde Kandyba antik kenti vardır. Bunların dışında Kaş'a 12 km uzaklıktaki Phellos antik kenti görülebilir.

Kaş çevresindeki önemli yerlerden biri de Kekova'dır. Kekova'ya Kaş'tan tekne ile gidildiği gibi karadan üç Üçağız'a gidilip kayıkla da gezilebilir. Burada batık şehir görülebilir. Kaş'ın etrafında adı bilinen Istlada, Apollonia, İsinda, Kyaenai gibi antik kentler yanında ismi bilinmeyen birçok harabe yeri daha vardır. Pek çok adı ve geçmişi bilinen veya bilinmeyen tarihi eser mevcuttur. Örneğin Tüse Köyü'nün yakınındaki alçak bir tepe üzerinde Tysse adında küçük yerleşme görülür.



Kaş'da kıyı balıkçılığı yapılıyor. Yörede çıkan başlıca balık türleri; mercan, grida, orfoz, barbunya, iskaroz, sokar, palamut ve kefal... Ayrıca ahtapot avcılığı da yapılıyor.Taze kalamar yemek isteyenler, deniz lokantalarında güzenle sipariş edebilirler.

Kaş'ta restoranların hemen hepsinde Akdeniz mutfağının tipik lezzeti hakim. Yöresel tatlar açısından da çok zengin. Gömbe Yaylası"nın kebabı ve dondurmasını özellikle tadın. Yayla balıyayla yoğurdu, üzüm pekmezi, keçiboynuzundan elde edilen harnup pekmezi, tereyağlı keşkek de çok meşhur.

Kaş'ta İtalyan, Meksika, Fransız mutfaklarından lezzetler sunan restoranlar da bulabiliyorsunuz.



Karayolunu tercih edenler, gerek Antalya, gerekse Muğla Fethiye üzerinden gelenler sahil yolunu izleyerek Kaş'a ulaşabilerler.
Kaş'a yaklaşırken göreceğiniz manzara size bütün yol yorgunluğunuzu unutturacaktır.

Alternatif olarak da sahil yolu yerine bol virajlı ve orman manzaralı Korkuteli-Elmalı-Kaş dağ yolu tercih edilebilir.
Kaş'tan Kaputaş Plajına gitmek isteyenler yarım saatte bir kalkan minibüs seferlerleri ile gidiş ve akşam 18.00'de de dönüş imkanı bulunuyor.

Uçak Yolculuğunu tercih edenler için;
Dalaman Havaalanı - Kaş arası 160 km. ,
Antalya Havalimanı - Kaş Arası ise 210 km.

KEFKEN VE KERPE(MARMARA BÖLGESİ)

Batı Karadeniz’de, yeşillikler içinde kaybolurdu bir zamanlar , küçük bir balıkçı limanı olarak bilinirdi,daha sonraları turizmle tanıştı Kerpe. Masmavi denizi ve ince kumlu plajları, Karadeniz’in hırçın dalgalarının şekil verdiği kayalıkları turist çekmeye başladı zamanla .İstanbul, İzmit, Sakarya gibi kent merkezlerine,metropollere yakınlığı göz önünde bulundurulduğunda bu cennet saklı kalamadı. İstanbul sakinleri, iki saatlik bir yolculuktan sonra Kerpe’ye ilk vardıklarında uzun süre gözlerine inanamadılar, “Bodrum bize bu kadar yakın mıydı” diye düşünmekten kendilerini alamadılar. Kerpe’nin limanı kuzey ve kuzeydoğu rüzgârlarına kapalı küçük bir girintidir, bu onu Karadeniz’in az bulunur sığınaklarından biri haline getiriyor. Kıpırtısız koyun arkasında Karadeniz’in hırçın dalgaları vardır. Kuzeye bakan bu kıyılarda gezinti yaparken, azgın dalgaların oyduğu kayalık kıyı bandında heybetli heykelcikleri izlemek büyük keyif verir. Hele dantel gibi işlenmiş, yeşille iç içe geçmiş bu kıyının koynunda uyanmak keyiflerin en yücesidir.

Hırçın olarak tanınsa da Karadeniz’in küçük sürprizleri yokta değildir, güzelliklerini nazlansa da insanoğlunun kullanımına sunar. Kefken, Karadeniz’in sürpriz noktalarından biri demek yanlış olmaz. İstanbul’un yakınındaki bu kıyı kasabasının kilometrelerce uzanan kumsalı, sığ denizi ve kendisini çevreleyen çam ormanları kuzeyin en güzel tatil beldelerinden birine çeviriyor kendisini. Sadece kendisi sunmaz tüm bunlar güzellikleri, yakın koyları ve plajları da Kefken’in tatil yerleri arasında. Bunlar arasından Kumcağız Koyu, bir buçuk kilometre boyunca uzanan kum plajı ve 500 metreye kadar sığ deniziyle tatilcilerin beğenisini kaznmış. Sırtını ormana vermiş Cebeci duruyor tüm güzelliğiyle, bünyesinde yüzmek için loca gibi küçük koyları saklayan Kapri Koyu ve Kovanağızı Plajı‘nın dışında Pembe Kayalar’ı da söylemeden geçmek olmaz. İlginç jeolojik yapısı var bu yörenin, suyun içinde yumuşak, dışında sert oluyor kayalar, öncelikle Sultanahmet Camii olmak üzere birçok Osmanlı yapısında görebiliriz. Renk ve görüntü itibarıyla eşsiz ve olağanüstüler.

Dünyayı parmağında oynatan maden (altın)

15 Şubat 2009 Pazar

Amerikan Federal Bankası'nın mahzenlerinde yaklaşık 8 bin ton altın olduğu tahmin ediliyor. Peki bu değerli madenin tüm dünya bankalarındaki rezervleri ne kadar? 140 ülkenin rezervlerini koordine eden Uluslararası Para Fonu'nun rakamlarına göre bu miktar, yaklaşık 30 bin tonu aşıyor. Ancak, bu yanıltıcı bir istatistik. Çünkü, 30 bin tonluk dünya rezervi, dolaşım halindeki toplam altın miktarının sadece üçte birini oluşturuyor.





Altın, çağlar boyunca halkların ve devletlerin zenginliğini, geleceğini belirleyen maden... Eğer bu maden olmasaydı, kim Alaska için yerinden kımıldardı? Avustralya ve California bugünkü şöhretlerini büyük ölçüde altına borçlular. Ne var ki altın, iktisatçılar arasında da tartışmalar yaratıyor. Kimisi için altın rezervi ekonominin gidişatı konusunda ciddi bir referans... Kimisi için ise, bu maden artık bir ülkenin ekonomik ve mali gücünü belirlemiyor.






Altın, Antikçağ'dan bu yana para olarak kullanılıyor. Ama, günümüzde artık para değil, bir "değer rezervi"... Ülkelerin parasının değeri altın rezervlerine endekslenmiş durumda. Peki ama neden? Çünkü para, uluslararası spekülasyonlara karşı fazla duyarlı. Sonuçta bir ülkenin parasının değerine bakarak zenginliğini saptamak mümkün değil. Oysa, altın daha sabit bir değer. İşte bu nedenle, asırlardır uluslar zenginliklerini artırmak için altın rezervlerini genişletmeyi hedef aldılar. Tıpkı, bazı ailelerin ekonomik durumlarını daha sabit kılmak için altın biriktirmeleri gibi...





1944 yılında ABD'deki Bretton Woods kasabasında toplanan 44 ülkenin temsilcileri, savaştan sonra uluslararası değiş tokuşları daha düzenli kılmak için "god exchange stardard" denilen bir para sistemine geçtiler. Bu sistemin temel ilkesi şuydu: Her ulusal para, bir başka değerle değiştirilebilir, aynı zamanda altına da çevrilebilirdi. Bu değişimde referans para, Amerikan dolarıydı. Ve parite şöyle kurulmuştu. Bir ons altın, yani 29 gram altın 35 dolara eşitti. Kısacası, bir kişi, sabit bir kurdan elindeki doları serbestçe altına, altını da dolara çevirebiliyordu. Bu sistem 1971 yılında geçersiz hale geldi. Çünkü, Amerikan devlet başkanı Nixon, aynı yıl, doların altına çevrilebilmesine son verdi. O yıl Amerikan dış borçlar dengesi kırmızı alarm veriyordu ve dünyanın diğer yörelerinde çok miktarda altın hareket halindeydi.





Günümüzde altının değeri, belli başlı mali merkezlerde gün gün belirleniyor. Bu merkezlerden en önemlisi, Londra Altın Piyasası... Fiyat, sabahın 10.30'unda belirleniyor, gün boyunca küçük de olsa değişiklikler gösterdikten sonra, öğleden sonra 3'te sabitleniyor. Bu rakamın belirlenmesinde, dünyanın en güçlü 5 pazarının temsilcileri (Johnson Matthey, Mocatha and Goldsmith, Samuel Montagu, Rothshild ve Sharps Pixley) belirleyici rol oynuyorlar. Fiyatı, tüm dünyadaki altın alış ve satışları etkiliyor. Burada hemen belirtelim ki, serbest piyasa koşullarının yanı sıra başka değişkenler de fiyatın oluşmasında devreye girebiliyor. Örneğin, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki madenlerde başlatılan bir grev, "sarı maden"'in fiyatını ok gibi yükseltebiliyor.





Altın çok eskiden beri bilinmesine karşın, bir sanayi ürünü olarak üretilmesi 1800'lerin ortalarında gerçekleşiyor. Günümüzde, yılda yaklaşık 2.500 ton altın üretiliyor. En büyük altın üreticisi ülke, yılda ortalama 475 ton ile Güney Afrika Cumhuriyeti. Onu sırasıyla ABD, Latin Amerika, Avustralya, Kanada, Çin, Endonezya ve Rusya izliyor. Avrupa altın üretimi açısından fakir bir kıta. Yıllık ortalama altın üretimi 25 tonu geçmiyor. Avrupa'da İspanya, Yunanistan, İtalya gibi ülkelerde üçüncü şahısların külçe altın satın almaları yasak. Türkiye'de ise, sadece kuyumcu firmalar, altın borsasından külçe altın satın alabiliyorlar. Üçüncü şahısların alımı söz konusu değil.

Dünyadaki altının sadece üçte biri ulusal bankaların rezervlerinde. Geri kalan ise, özel şahısların kasalarında ya da kuyumculuk sektöründe... Ancak, altından sadece kuyumculuk sektöründe yararlanılmıyor. Sarı maden, elektronik sanayiinden uzay çalışmalarına, tıp alanından dişçiliğe kadar çok geniş bir kullanım alanına sahip.

Fazla altın göz çıkarır...
Tarih, altın fazlasının ekonomiye verdiği zararların örnekleriyle dolu. Örneğin 16. yüzyılda, Amerika'nın keşfiyle birlikte, İspanyol fatihler Meksika ve Peru altınlarını Avrupa'ya taşıdılar. Bu yüklü miktarda altın, Avrupa'daki fiyatlarda gerçek anlamda bir devrim yarattı ve bütün ülkelerde malların fiyatları olağanüstü ölçüde arttı. Bir araştırmaya göre, o 50 yıllık dönem içinde Avrupa'da hayat koşulları tam 5-6 misli daha pahalılaştı. Aşırı altının ikinci yıkıcı etkisi, 18. yüzyılın ortalarında görüldü. Amerika (Nevada ve California) ve Güney Afrika'daki altın madenlerinin aşırı çalıştırılması, dünya altın rezervlerini katladı ve bunun sonucunda, yine birçok ülkede yüksek enflasyon yaşandı.


Altının fendi diğer madenleri yendi.

Değişimlerde aracı değer olarak neden altın yerine başka bir değerli maden seçilmedi? Bunun en önemli nedeni, bu madenin asırlar boyunca çok çeşitli halklar tarafından "sağlam ve güvenilir" olarak görülmesi... Bir kere çok büyük rahatlıkla işlenebilen bir malzeme... Birkaç miligram altın ile metrelerce uzunluğunda ince tel üretilebiliyor. Altın, akıl almaz derecede ince malzemelerde kullanılabiliyor. Örneğin, metrenin binde biri olan 0,2 mikron kalınlığında işlenebiliyor. Altının bir başka özelliği ise, iyonik asit ve selenik asit dışında, diğer asitler tarafından etkilenmemesi... Oksijen ile tepkimeye girmeyen, yani paslanmayan altın, çıkarımı her ne kadar kolay değilse de, yeryüzünde yaygın olarak bulunan bir materyal... Öte yandan altın, ender olarak "saf" haliyle kullanılan bir madde. Çoğunlukla bakır, nikel ve çinko ile karıştırılıyor. Bir karışım içindeki saf altının oranı, binde olarak belirtiliyor. Örneğin binde 600 demek, yani karışımın onda birinin altın olması anlamına geliyor. En yaygın tanımlama, 750 ve 900. Bankaların rezervlerindeki altın külçelerinin üzerinde ise, 999 yazıyor. Yani pratikte en saf altın, işte bu bankalardaki külçe altınlar...

Altının devleri

Güney Afrika altın üretiminde yarışı başta götürüyor. Hemen arkasından ABD geliyor. Dünya altın üretimi 11 ülkenin hakimiyeti altında; bunlardan sadece ikisi Avrupa ülkesi: Özbekistan ve Rusya... Günümüzde, Avrupa'nın tamamında, her yıl yaklaşık 25 ton altın üretiliyor. Bugün dünya üzerinde 50 ülke, her yıl 2500 ton altın üretiyor. Ancak, yeni geliştirilen düşük maliyetli teknolojilerle üretimin artırılacağı sanılıyor. Bu teknolojiler sayesinde, maliyetli olduğu gerekçesiyle Türkiye ile Yunanistan'da başlatılmayan altın arama çalışmalarının, yakın gelecekte hızlandırılacağı belirtiliyor.

Soğuk algınlığı


Hapşırık, sürekli akan burun ve az da olsa hafif bir yorgunluk hissi... Hasta olduğunuz kesin. Ancak, hemen grip deyip paniğe kapılmaya gerek yok. Çünkü, 250'den fazla nedenden kaynaklanan soğuk algınlığına da yakalanmış olmanız mümkün.





Kış aylarıyla birlikte sokakta dolaşırken, hapşıran, kıpkırmızı burunlarını çeken insanların görüntüsü artıyor. Hemen hemen herkeste bir yorgunluk şikâyeti. Toplu mekânlarda kendini son ana kadar tutmaya çalışıp ama sonunda başarısızlığa uğrayıp "hapşuuu" diye feryat edenlerin utancı yüzlerine vuruyor. Bilim adamları hesaplamışlar. Hapşırık sırasında ağzımızdan çıkan havanın hızı, inanamayacaksınız ama, saatte 176 milometreye ulaşıyor.

Hapşırık, mevsimin en tipik hastalığı olan soğuk algınlığının ilk ve neredeyse kesin işaretlerinden biri. Ancak yukarıdaki cümleyi düzeltmemiz gerekiyor. Çünkü soğuk algınlığı tatil yapan bir hastalık değil. Her mevsim, yılın her ayı gelip insanların kapısını çalabiliyor. Ne var ki, sonbahar ile birlikte yoğunluğunda ciddi bir artış gözleniyor ve kış aylarında hareketliliği en üst noktaya çıkıyor. Mayıs ayında yeniden hız kesmeye başlıyor. Ancak adında taşıdığı soğuk kelimesiyle, her ne kadar bazı dillerde doğrudan bağlantı kuruluyorsa da, o kadar ilişkili bir hastalık değil. Örneğin İngilizler bu rahatsızlığı basit bir biçimde "cold" (soğuk) kelimesiyle tanımlıyorlar.

Ülkemizde nezleden üşütmeye kadar çok çeşitli sözcükler kullanılıyor. Bir gerçek var ki, hastalıkla soğuk arasında birebir ilişki yok. Bunun en güzel örneğini, Norveç'in kuzeyinde Kuzey Buz Denizi'ndeki Spitzbergen Adası'nda yaşayan insanlar veriyor. Soğuk kutup kışı boyunca, adada tek bir soğuk algınlığı vakasına rastlanmıyor. Buna karşılık, mayıs ayı gelip karlar erimeye başladığında, bu insanların içinde bulundukları dış dünyadan kopukluk sona eriyor ve sağlık sorunları baş gösteriyor. Dışarıdan gelen virüsler, mayıs sonlarında adadaki ilk soğuk algınlığı salgınına yol açıyor. Ama olay tamamen soğuktan da bağımsız değil. Çünkü soğuk, burun mukozasındaki kıl hücrelerinin hareketliliğini yavaşlatan bir olgu. Oysa kıl hücreleri mukozayı tıpkı bir sünger gibi sürekli temizliyorlar.

Virüsleri solunum yollarından uzak tutuyorlar ve onların tamamen hazmedilip zararsız hale getirildikleri mideye ulaşmalarını kolaylaştırıyorlar. Bu hücreler iyi çalışmadığında ise, virüsler solunum yollarından uzaklaştırılamıyor, orada kök salmaya ve yok edilmeden önce enfeksiyon yaratmaya zamanları oluyor.




Soğuk algınlığı ve grip hep karıştırılır
Kış mevsimine girerken soğuk algınlığı ve grip hastalığının sayısında önemli artışlar gözlenir. Sık sık karıştırılmakla birlikte ikisi ayrı rahatsızlıklardır. Soğuk algınlığı ve grip arasındaki en önemli fark, soğuk algınlığında yüksek ateş ve genel durum bozukluğu gözlenmezken, gripte çok yüksek ateş, genel durum bozukluğu ve araya giren seconder (ikincil) bakteriyel enfeksiyonlar görülebilir. Soğuk algınlığı burun tıkanıklığı, burun akıntısı, boğazda yanma hissi ve öksürük ile başlar. Genellikle halkın dediği gibi soğuk algınlığı ilaçla bir haftada, ilaçsız yedi günde iyileşir. Soğuk algınlığına neden olan çok sayıda virüs vardır. Bunlar rinovirüs, adenovirüs, solunum yolları sinsisyal virüsleri, korona virüsü ve enterovirüslerdir. Bu virüslere dünyanın her yerinde rastlanabilir. Rinovirüsler sonbaharda bazen de ilkbaharda salgınlar yapıyor. Korona virüsler kış aylarında, enterovirüsler ise sonbaharda salgınlara neden oluyor. Her virüsün çoğalma koşulları farklı olduğundan havanın ısı ve nem derecesine göre değişiklik gösterebiliyor. Soğuk algınlığı hasta kişinin aksırık-öksürük sırasında havaya saçtığı virüs taneciklerinin solunması sonucu; bunun dışında tokalaşma, öpüşme ve kalabalık ortamda bulunma durumunda da bulaşabilir. Soğuk algınlığı belirtileri başladıktan sonra insanlar çoğu kez dinlenmeksizin ayakta geçirebiliyor. Ancak, araya giren sinüzit veya orta kulak iltihabı oluştuğu zaman mutlaka dinlenmek gerekir. İstatistiki değerlendirme yapılmadığı için, ülkemizde soğuk algınlığının görülme sıklığı kesin olarak bilinmiyor. Çünkü, bir çok kişi, soğuk algınlığını ciddiye alıp doktora gitmiyor. Eczaneden aldıkları burun damlası ve burun açıcı ilaçlarla kendilerini tedavi ediyorlar. Araya bir komplikasyon girdiği zaman ancak doktora başvuruyorlar. Her ne kadar soğuk algınlığı ile aynı anlamda kullanılsa da grip tamamen farklı bir hastalık. Gribal enfeksiyonun etkeni enflüanza virüsleridir. Enflüanza her yıl bazı farklılıklar göstermekle birlikte, çoğunlukla kış mevsimine girerken dünyanın her yerinde salgınlara yol açıyor. Virüs solunum yollarından girdikten 2-3 gün sonra kana karışarak tüm organları etkisi altına alıyor. Aniden titremeyle yükselen 39-40 dereceyi bulan ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, halsizlik ve genel durum bozukluğu görülen başlıca belirtilerdir. Ateş 3-4 gün sürdükten sonra yavaşça düşmeye başlar ve hastanın genel durumu düzelir. Ateş düştükten sonra ikinci kez yükselirse bu, araya sinüzit, orta kulak iltihabı veya bir pnomoni (zatürree) geliştiğinin ifadesidir. Bu durumda kesinlikle bir doktora başvurmak gerekir. Gribal enfeksiyonun seyri sırasında enflüanza virüsleri kalp zarı iltihaplanması, beyin zarı iltihaplanması, akciğer ve karaciğer iltihaplanması yapabilir. Gribal enfeksiyonun tedavisi için yaklaşık bir hafta dinlenmek gerek. Hasta bol sıvı gıdalar almalı. B ve C vitamini hastaya destek sağlar. Ancak, vitaminler tedavide yararlı olmakla birlikte korunma esnasında faydalı olduğu gözlenmemiştir. Gripten korunmanın en etkin yöntemi grip aşısı yaptırmak. Grip aşısı her yıl Eylül-Kasım ayları arasında yapılıyor. Koruma süresi bir yıl kadar. Aşılanmış bazı kişilerde hastalık görülebilir ancak, belirtiler hafiftir. Önemli bir iş gücü kaybına yol açmaz. Prof.Dr. Murat Dilmen İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı

Soğuk algınlığı ciddi bir toplumsal ve ekonomik sorun. Çünkü, en gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde bile, bu rahatsızlık yılda 40 binden fazla iş saati ve 300 milyon euroya varan gelir kaybına yol açıyor. Ülkemizde bu yönde yapılan ciddi istatistikler olmadığı ve insanların büyük bir bölümü soğuk algınlığını ayakta geçiştirdiği için elimizde ne yazık ki somut rakamlar yok.

Her 4 soğuk algınlığı vakasından 2 tanesine, tıp dünyasının çok yakından tanıdığı 4 virüsten biri neden oluyor. Bu virüsler, solunum yolları hücrelerinde enfeksiyonlara yol açıyorlar. Uzmanlar, bu virüslerden kaynaklanan 250 farklı soğuk algınlığı tipi olduğunu belirtiyorlar. Soğuk algınlıklarının geri kalan yüzde ellisini ise, henüz bilinmeyen ve tanımlanmayan virüsler oluşturuyor. İşte bu nedenle, hiç kimse bu hastalığa karşı oluşturulmuş bir bağışıklık sisteminden söz edemiyor.

Tüm bilim adamlarının üstünde uzlaştıkları tek nokta ise, hastalığın yoğunluğunun yaş ilerlemesiyle birlikte azaldığı... Dünya Sağlık Örgütü'nün verdiği rakamlara göre, bir yaşına kadar bebekler yılda ortalama 8,3 kez, beş yaşına kadarki çocuklar ise yılda ortalama 7,4 kez soğuk algınlığına yakalanıyorlar. Ergenlik çağından sonra bu rakam yılda ortalama 5,6'ya düşüyor. Yakalanma riski 50'li yaşlarda en düşük noktaya ulaşıyor ve daha sonra risk yeniden artıyor. Kısacası, bu hastalığa karşı en duyarlı olan kitle, küçük çocuklar ve yaşlılar...

R O M A T İ Z M A

Umumiyetle eklem, kas ve sinir sistemini etkileyen hastalıklara romatizma denir. Romatizma ağrıları, vücudun her tarafında görülebilir. Halk arasında, romatizma ağrılarına yel denir.
Şişmanlık, hormon dengesizliği, karaciğer yetersizliği, beslenme dengesizliği, mide ve bağırsak bozuklukları, çürük dişler, sinüzit, bademcik iltihapları ve yaşlılık romatizmayı hazırlayan nedenlerin başında gelir. Ayrıca, soğuk ve rutubet de çok önemli rol oynar.
Romatizmalı yerlerde ağrı, yanma veya üşütme ve şişlikler görülür. Ağrı bazen dayanılmaz dereceye varır. Hareket etmekte de güçlük çekilir. Tedavi edilmezse, kalp kapağı hastalığı veya bir başka hastalığa neden olur. 3 çeşit romatizma vardır:
- Akut eklem romatizması,
- Romatoid artrit,
- Dejeneratif romatizma.

G A S T R İ T

Midenin iç yüzündeki zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Mide iltihabı veya mide nezlesi de denir.
Hazırlayıcı nedenler: Ağır yemekler, fazla kuru veya sert yiyecekler, hamur işleri, tatlılar, acı ve baharatlı yiyecekler, alkol, fazla miktarda çay, kahve veya sigara içmek, yemek saatlerinin düzensiz olması, çabuk çabuk ve çiğnemeden yemek, fazla ilaç kullanmak, ateşli hastalıklar, karaciğer veya safra kesesi hastalıkları, kalp hastalıkları veya romatizmadır.
Tedaviye başlamadan önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir.
Belirtileri: Mide ağrısı, bulantı veya kusma, baş ağrısı, iştahsızlık, aniden çıkan ateş, baş dönmesi, dilde beyaz pas, yorgunluk görülür. Midenin üzerine bastırlınca da ağrı hissedilir. Bu belirtiler özellikle ilk bahar ve son bahar aylarında artar.
Tedavisi: Perhiz ve istirahat şarttır. Hastalığı doğuran nedenler ortadan kaldırılır. Hafif yiyecekler yenir. Aspirin gibi ilçlar kullanılmaz. Yemekler, yavaş yavaş ve çok çiğnenerek yenir.

Ş İ Ş M A N L I K

Şişmanlık, alınan kalori miktarının yakılan kaloriden daha fazla olması sonucu ortaya çıkan bir metabolizma bozukluğudur. Tıp dilinde obesite denir. İstatistiklere göre şişmanların daha çabuk yaşlandıkları, şeker hastalığı, damar sertliği, kalp hastalıkları, karaciğer ve safrakesesi hastalıkları, tansiyon yüksekliği, akciğer hastalıkları, romatizmal hastalıkların tehdidi altında bulundukları belirtilmektedir. Bu nedenle şişmanlıktan kurtulmak için diyet ve beden hareketleri yapmak gerekir.

KALINBAĞIRSAK İLTİHABI

İshal; normal katılıktaki dışkının sulu veya yumuşak; sümüklü, kanlı veya yağlı bir şekil alıp, sık sık tuvalete çıkmak ihtiyacını doğurmasıdır. Bazen de ağrı yapar. İshal ve kabızlığın birbiri ardınca sık sık görülmesi kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir durumdur. İshale halk arasında amel ve sürgün; tıp dilinde ise diare denir. İshalin nedenleri arasında; yiyeceklerin bozuk olması, veya yiyecek çeşitlerinin değişikliği, üşütme, isteri, bağırsak hastalıkları, kolera, dizanteri, tifo, nefrit, kalp, karaciğer veya akciğer hastalıkları sayılabilir. Bu nedenle kısa sürede geçmeyen ishallerde mutlaka doktora başvurmak gerekir.
Neden ne olursa olsun tedavinin ilk şartı sıkı bir perhizdir. Hastaya açık çay, maden suyu içirilir, yoğurt yedirilir. Sütlü ve yağlı yiyecekler verilmez, peynir yedirilmez. Bol limonlu pirinç çorbası ve patates püresi yedirilir. Her saat başı bir elmayı yemesi tavsiye edilir.

S A R I L I K

Safranın kana karışıp, bütün dokuları hatta göz aklarını bile sarıya boyaması ile ortaya çıkan bir hastalık belirtisidir. Tıp dilinde ikter denilen sarılığın üç çeşidi vardır.
- Hemolitik sarılık:
Kandaki alyuvarların tahrip olması sonucu safra, kana karışır. Hastanın idrar rengi normal, büyük tuvaleti ise koyudur.
- Hepatik sarılık:
Bir virüsün neden olduğu karaciğer iltihabıdır. Karaciğer hücreleri şişer ve safra yolları tıkanır. Belirtileri, yavaş yavaş görülür. Hastada ateş, iştahsızlık, ishal ve kusma vardır. En çok görülen sarılık çeşidi budur.
- Obstrüktif sarılık:
Nedeni, safra kanallarının tıkanmış olmasıdır.

Ortak belirtileri ise şunlardır. Hastalığın neden olduğu sarı renk, önce göz aklarında görülür. Sonra yüz, boyun, gövde, kol ve bacaklara kadar yayılır. İdrarın rengi sarı ile koyu kahverengi arasında değişir. Ciltte de kaşıntı vardır. Büyük abdest, kil renginde ve fena kokuludur.
Tedavinin ilk şartı, yatak istirahatidir. Sıkı bir perhiz uygulanır

ŞEKER HASTALIĞI

Vücudun şeker yakmasında ortaya çıkan bozukluğun neden olduğu bir hastalıktır. Tıp dilinde diabet denir. Pankreas, kandaki şeker miktarını kontrol eden ve adına insülin denilen bir madde salgılar. Pankreas bu görevini yerine getirmezse, kandaki fazla şeker, karaciğere depo edilir.
Aç karnına alınan 100 gram kanda 80 miligram şeker vardır. Bu miktar yemekten 1-2 saat sonra 140 miligrama kadar yükselir.
Kandaki şeker miktarı hastalığın durumuna göre aşağıdaki gibi tespit edilir.

Şeker durumu açken yemekten 1-2 saat sonra;
Normal kimselerde: 80 mg. 140 mg.
Orta derecede: 130 mg. 190 mg.
Ağır derecede: 160 mg. 215 mg.

2 çeşit şeker hastalığı vardır.
- Şekersiz Diabet:
Hipofiz bezinin arka tarafından salgılanan antidiüretik hormonun yetmezliği sonucu ortaya çıkan bu çeşit şeker hastalığına, tıp dilinde diabetes insipidus denir.
- Şekerli Diabet:
Pankreasın salgıladığı insülin yetmezliği sonucu ortaya çıkan bu çeşit şeker hastalığına, tıp dilinde diabetes mellitus denir.
Şeker hastalığını doğuran nedenler dengesiz beslenme, şişmanlık veya sinir bozukluğudur. Bazı kimselerde de irsiyet önemli bir rol oynar.
Hastalığın başlangıcında çok yemek ve su içmek ihtiyacı vardır. İdrar miktarı da artar. Kadınların idrar yapma yerlerinde kaşıntı vardır. Ayrıca devamlı yorgunluk hali görülür. İleri safhada devamlı baş ağrısı, el ve ayak titremeleri, iştahsızlık, aseton kokusuna benzer nefes kokusu, ter kokusu, adele krampları, hafıza zayıflığı, kısmi veya tam felç, iyileşmeyen yaralar ve uykuda sayıklama görülür.
Şeker hastalığı tedavi edilmezse sonuç damar sertliği, kalp yetmezliği, göğüs anjini, görme zayıflığı, katarakt, karaciğer hastalıkları, siroz olabilir.
İki çeşit şeker koması vardır.
- Diabetik Koma:
Daha ziyade şeker hastalarında görülür. Nedeni, insülin verme zamanını geçirmek, gerektiğinden az miktarda insülin vermek, bağırsak iltihabı, bademcik iltihabı, grip veya iyileşmeyen yaralardır.
- Şeker Eksikliği Koması:
Tıp dilinde hipoglisemi adı verilen bu çeşit koma, terleme, titreme, çırpınma huzursuzluk, şiddetli açlık, ve aşırı duygusallıkla başlar. Nedeni, fazla miktarda insülin vermek veya çok miktarda karbonhidratlı yiyeceklerle beslenmektir.
Şeker hastaları haftada en az iki kere ılık banyo yapmalıdır ve sonra da vücutlarının her tarafını ılık bir havlu ile ovmalıdır. Kabız veya ishal olmamalıdırlar. Perhiz yapmalıdırlar. Erken yatıp erken kalkmalıdırlar. Ağız, boğaz ve diş sağlığına aşırı özen göstermelidirler. Masaj, beden hareketleri ve açık havada yürüyüşü ihmal etmemelidirler.

**ŞİŞMANLIĞA NEDEN OLAN RİSK FAKTÖRLERİ

Fiziksel aktivite
*Beslenme alışkanlıkları
*Yaş
*Cinsiyet (Kadın)
*Irksal faktörler
*Eğitim düzeyi
*Evlilik
*oğum sayısı
*Sigarayı bırakma
*Alkol
*Psikolojik bozukluklar
*Metabolik ve hormonal bozukluklar
Şişmanlığın Belirlenmesi
Bir kişinin şişman olup olmadığının belirlenmesinin en iyi yolu, Beden Kitle İndeksi (BKİ) veya Body Mass Index (BMI) olarak bilinen ve kolaylıkla hesaplanan bir yöntemin kullanılmasıdır.

Beden Kitle İndeksi Nasıl Hesaplanır ?

Vücut ağırlığının (kg olarak), boy uzunluğunun (metre cinsinden) karesine bölünmesiyle hesaplanır.

Örneğin : Vücut ağırlığı 70 kg, boyu 1.60 m olan bir kişinin beden kitle indeksi ;
70/1.602 = 70/1.60x1.60 = 70/2.56 = 27.34 kg/m2’dir.
Beden Kitle İndeksi Nasıl Değerlendirilir?
BMI DEĞERİ DURUM
(18.5 kg/m2’nin altında ise zayıf
(18.5-24.9 kg/m2 arasında ise normal kilolu)
(25-29.9 kg/m2 arasında ise hafif şişman (fazla kilolu)
(30-34.9 kg/m2 arasında ise orta derecede şişman) (I.Derece)
(35-39.9 kg/m2 arasında ise ağır derecede şişman) (II.Derece)
(40 kg/m2 üzerinde ise çok ağır derecede şişman) (III.Derece)

ÇOCUK EĞİTİMİ

Çocuk Eğitimi ve Çocuğun Ruhsal Yönü
Her çocuk ayrı bir dünyadır. Çocuk yetiştirmek ise en kutsal, en büyük, en zor ve hayat boyu devam ettirilmesi gereken en önemli sanattır. Gelecek açısından düşünüldüğünde bu konunun önemi her geçen gün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Daha doğacak çocuk anne karnında iken anne babaların kafasında bir çok soru işareti oluşur. Kız mı erkek mi olacak ? Sağlıklı doğup büyüyecek mi ? Ailemizde ve günlük hayatımızda nasıl bir değişiklik olacak ? İleride nasıl bir insan olacak ? okul başarısı iyi olacakmı ? Nasıl bir meslek sahibi olacak ? Hayatta başarılı olacak mı ? ve buna benzer yüzlerce soru ile çocuğu beklemeye koyulurlar .
anne babaların en önemli görevleri: Bütün bu soruların ve bazı bilinmeyenlerin yanısıra çocukların psikososyal gelişimini ve kişilik gelişimini doğru yönlendirmek anne babaların en önemli görevlerinden biridir. Bu görevin tam ve eksiksiz olarak yapılması ise her açıdan çok önemli ve bir çok yönden zordur. Her ne kadar doğuştan ve genetik olarak alınan özellikler olmasına karşın, her çocuğun ayrı bir fiziksel yapısı, kişilik özelliği, davranış paterni, psikososyal özellikleri, anlayışı, duygusal yapısı, zeka kapasitesi ve ruhsal gelişimi bulunmaktadır. Bütün bu özellikler, aile ortamı ve devamlı değişen çevre şartları ile etkileşince ortaya bir çok yönü ile anne babadan farklı bir biyopsikososyal yapı ortaya çıkmaktadır.


Çocukları anlamak Çocukların genel davranış özelliklerini tam olarak anlamak ve onların ruh dünyalarına inmek onların psikososyal gelişimini yönlendirmek açısından çok önemli bir noktadır. Anne babaların çocukların ruh dünyalarına inmeden yönlendirme ve eğitim gayretleri, çoğu zaman hedefine ulaşmaz .
Ruhsal gelişime etkiler Herbir çocuğu ayrı bir dünya olarak kabul edip, onların ruh dünyasına inebilmek, ancak eğitim, anne baba bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi ile olacaktır. Ayrıca aile yapısının güçlendirilmesi, aileye sunulan imkanların artırılması, ailenin sosyokültürel ve sosyoekonımik açıdan desteklenmesi, çocukların yaşadıkları ortamların, çevre imkanlarının, devletin sağlayacağı imkanların çeşitliliği ve kalitesi bu sorunların oluşması ve sürecinde etkili olabilmektedir .
Çocuk için en önemli iş oyundur ve her fırsatı oyun oynamak için değerlendirir. Origami öğrenilmesi zorunlu bir dersten çok bir oyun olarak algılandığı için çocuklar açısından etkili bir eğitsel araçtır. Yukarıda bahsedilen konular çerçevesinde anne baba ve öğretmenlerin çocukları ile beraber vakit geçirmelerinde kullanabilcekleri eğitici bir oyun olarakta kabul edilen ORİGAMİ yi kullanmalarını tavsiye ediyoruz
Çünkü;
Japon kağıt katlama sanatı “origami” çalışmaları çocuklarda öğrenme yeteneğinin gelişimine ve onların yaratıcılık potansiyellerinin ortaya çıkmasına olumlu yönde etki etmektedir. İşte origaminin çocuk üzerindeki etkilerini beş ana başlık altında topladık.
Davranışsal Etkiler,
Sosyal Ve Duygusal Etkiler,
Psiko-Motor Gelişime Etkisi,
Dil Gelişimine Etkisi
Matematik Eğitimine yardımcı olması

TİTANİC OKYANUSUN YUTTUĞU İNCİ

6 Şubat 2009 Cuma
Titanic batış anında iki parçaya ayrıldı. Gemini ön kısmı suların basıncına dayanamayarak parçalamdı ve saate 30 mil hızla denizn dibine varırken gemini kıç kısmı 50 fet derinlikte çamura batmıştı.
Dünyanın en büyük hareketli yapısı olan Titanik ve Olimpik'in yapım aşamasında 15.000 liman işçisi bir yıl boyunca çalışmıştı.

Titanic tam altı ayrı yerden yaralandıktan sonra dakikada tam 7 ton su almaktaydı. Sular dolmakta iken tahliye çalışmaları sürmekte idi. Fakat 30.000 ton su gemiye girmişti bile. Su dolan 5 kazan dairesinin ardından kalan dördüncü kazan daireside tamamıyla su ile dolmuştu. Tinanic deniz suyunun gemiye hücum etmesi üzerine gemi sıyun ağırlığına dayanamayarak ortadan ikiye bölündü ve okyanusun karanlık sularında gözden kayboldu.
Dönemin Mühendislik harikası olarak adlandırılan Titanik'in batmasına hiç bir mühendis imkan tanımıyordu. Olası bir çarpışmayı önden ve arkadan tahmin eden mühendisler bir kaza anında Titanic'e çarpan geminin zarar görebilieceğini varsayıyorlardı. Ama hiç tahmin etmedikleri Buzdagı Titanik'e ne önden ne de arkadan çarpmış, adeta bir bıçak gib yan gövdesini kesmişti. Geminin Ön ve Arka kısmına nazaran kuvvetsiz olan yan duvarlar çarpışmanın etkisiyle kolayca parçalanarak batmayı kolaylaştımıştı.
Dev Gemi denize indirilmeden önce herşeyi bitmiş olarak 10 ay boyunca Wollf su havzalarında bekletildi. Titanic dönemin en devasa pervanalarine sahipti Üç adet dev pervane bronz ve çelik karışımıydı. 16 feeten daha yüksek dev pervaneler gemiye çok hız katıyorlardı.

Batmaz denilen gemi nasıl battı.
1900 yılların başında ziraat toplumunda hızla sanayi toplumuna geçen batı insanı, kainata hükmettigi zannına kolayca kapılmıştı.Yaptıklarını hiçbir kuvvetin yok edemeyecegini söylüyor ve adeta herşeye meydan okuyordu. O güne kadar imal edilen gemilerin en büyüğüne 'Titanic' isminin verilmesi de bu cüretten kaynaklanıyordu. Çünkü Yunan mitolojisindeki en ünlü Tanrılardan birisinin ismi Titanic idi.

Gemideki birçok subay yolculara sık sık Bu gemiyi Allah bile batıramaz diyor ve bu kör inatlarını geminin batış halinde bile yenilemekten kendilerini alamıyorlardı. Toplam 46 bin tonluk bu döneminin en büyük Transatlantiğinde toplam 16 kazan vardı. 66 bin beygir gücüne sahip olan gemi saatte döneminin en hızlı süratine ulaşarak 23 deniz mili yapıyordu.
Birinci mevki içinbügünün parası ile 50 bin dolar ödeyen yolcular büyük bir lüks içesinde seyahat ediyorlardı. Gemide 6 bin tane Havana sigarası ile 1 sınıf kamera-suitlerde odun yakılan 28 tane şömine bile vardı.İrlanda'nın 'Harland and Wolff' gemi tezgahlarında üç yılda tamamlanan Titanic 1912 yılının 10 Nisan günü, İngilterenin Southampton Limanı'ndan ilk ve son yolculuguna adım attı.

Devasa geminin Southampton - New York arası yaptıgı yolculuk 1912 yılının 14 Nisan'ını 15 Nisan'a baglayan gece sona erdi. Titanic 'White Star Line' şirketi tarafından inşa edilmişti. Manidardır ki yine aynı şirket tarafından yapılan diğer iki geminin akibeti d Titanic'ten farklı olmamıştı. Olympic ve Britannic adını taşıyan bu gemilerde tıpkı Titanic gibi okyanusun dibine demir atmışlardı.İlk inşa edilen Olympic başka bir gemi ile çarpışarak büyük yara aldı ve hayatını noktalamış oldu. Titanic ise dev bir buzdagına çarptı ve battı. Yolcu taşıması için inşa edilen ancak savaş çıkınca İngiliz donanmasında hastane olarak kullanılan Britannic ise altıncı seferinde Çanakkale savaşında yaralanan İngiliz askerleri almak için giderken Ege'de Alman U-2 Avcı denizaltılardan göndeilen torpidolar ile battı.

TİTANİC 'İN İBRET ÖYKÜSÜ

Yirminci asrın başında dünyanın en güvenli ve lüks transatlantiği olarak tasarlanan Titanic Southampton - New York seferini yapmak üzere demir aldı. 1912 yılının 14 Nisan'ını 15 Nisan'a bağlayan gece, Kanada yakınlarında dev bir buzdağı çarparak kötü biçimde yaralandı. Güvertede 2.206 kişi bulunuyordu. Cankurtaran sandalları ise en fazla 1.500 yolcu alabilecek kapasitedeydi. Gemi yavaş yavaş Atlas Okyanusu'nun karanlık sularına gömülürken kurtarma filikalarına önce kadınlarla çocuklar bindirildi.15 Nisan 1912 sabahı, denize indirilen filikalarda toplam 705 kişi bulunuyordu. Facia 20 yüzyılın en büyük deniz kazası olarak kabul edildi. Titanic'in batısının hemen ardından yazar Joseph Condrad 'Bu felaket teknolojiye olan ilahi güvenin aldığı yara acısından tarihin ciddi bir dönüm noktası' diye yazmıştı.

TAM YOL TORNİSTAN

Titanic Okyanuslar üzerindeki en lüks transatlantikti ama gemide tek bir dürbün dahi bulunmuyordu.Fivarun mabetleri gibi kamaralarda yolculuk eden birinci sınıf yolcular için dünyanın en pahalı Fransız aşçısı 14 Louis tarzı gemi mutfaklarında yemek yaparken projektör ve ışıklar için bütçe ayrılmamışa benziyordu. Suyun ısısı o gece -1'e düşmüştü: kapkara okyanusun donması Atlantik'in acı tuzu önlüyordu. Ve yine de 62 yaşındaki Kaptan Smith, tüm hızıyla Atlantik ortasında ilerlemeye devam ediyordu.Perşembe günü New York limanına varması düşünülen gemiyi Salı günü limana sokarak yeni bir rekor kırmak istiyordu.

Böylece yönettiği geminin ne kadar hızlı bir gemi olduğunu bütün dünyaya ispatlamış olacaktı.Ne var ki 22 yıllık deniz kaptanı bu kadar büyük bir gemiyi ilk defa yönetiyordu.Tarih 14 Nisan 1912'yi saat ise 23.40'ı gösteriyordu.Elinde ne bir ışıldak ne de bir dürbün bulunan gözcü Frederick Fleet 20 metre yükseklikteki gözetleme kulesinden birkaç yüz metre ilerdeki kara kitleyi farkettiğinde artık çok geçti.Titanic meydan okudugu denizlerde bir buz dağığla karşı karşıya kalmıştı.Gözcü Fleet alrm çanını acı ile tam üç kez sarıldı.Kaptan köşküne buzdağı alrmını verdi. Birinci köprü subayının ilk emri 'tam yol tornistan' oldu. Sonra geminin 16 hava bölmesi arasındaki otomatik çelik kapaklar kapatıldı.Ama Titanic , mesafede bu dağının sol tarafından kaçmayı başaramadı.Deniz yüzeyinden altı metre kadar aşağıda,gemi sancak tarafından yarılmaya başladı. Yandan buz dağına vuran Titanigi, buzdağı bir bıçak gibi,uzunluğunun üçte biri olan ilk 269 metre boyunca 6 ayrı yerinden kesmişti. Alarm çanlarından tam iki dakika sonra kaptan köprüdeki yerini aldı.Soğukkanlıydı. Ve önce otomatik çelik kapıların durumunu sordu yardımcı kaptanlarına. Kaptan buz dağı ile yapılan çarpişmadan beş dakika sonra makinalara stop emrini verdi.Bazı yolcuları yattıgı yerden uyandıran ise aslında bu sessizlik olmuştu. Denizdeki Rüzgar ve hafifi sarsıntıda askıların birbirine sürterken çıkartıkları ses dışında herşey susmuştu sanki .Titanic ölüm sessizliğinin ilk vakitlerine girmişti bile.


BUZLAR İÇKİ BARDAKLARINDA

Yolculardan birkaçı köprüye çıkarak neler oldugunu anlamaya çalışıyorlardı.Kaptan onları sakinleştirerek kamaralarına gönderdi. İnerken sancak tarafındaki 5 kat balkonlarına kadar sıçramış bu parça ve kalıplarını ayaklarıyla birbirlerine atarak güvertede maç yapıp kartopu bile oynadılar. Titanic'te Panik hissedilmiyordu.Yolcular NewYork'ta bir gökdelen kadar yuksek olan bu geminin batabileceğini düşünmüyorlardı bile. Bazıları çarpma anında buzdağından güverteye düşmüş bu parçalarını yerden toplayarak içki bardaklarının içine atarak içkilerini soğutuyorlardı. Sadece kaptan Smith ve diğer subaylar durumun ciddiyetinin farkındaydılar. Kimse hala gerçekleri görmüyordu.

BAGAJLARA SULAR GİRİYOR.

Saniyede 5 ton Atlandik suyu geminin ön tarafındaki yarıklardan hava bölmelerine müthiş bir hızla akıyordu.60 bin ton ağırlığındaki çelik kitleyi su üzerinde tutan 130 bin metreküp hava ise aynı yarıklardan suyun basıncıyla çıkarkan korkuç tiz bir ses çıkarıyordu. Teknoloji harikası Titanic'te 160 dakika içinde hava ile su o kadar yer değiştirecekti ki; fiziğin kuralları uyarınca ne suyun taşıma ne de havanın kaldırma gücü bu yüzen sarayı kurtarmak için birşey yapabilecekti. Çarpmadan tam 10 dakika sonra kazanların sübabları patlayarak buhar fışkırtmaya başladı. Korkunç bir tıslama sesi kapladı bütün gemiyi. Birkaç dakika sonra da söndürdüğü ateşin dumanları bacalardan yükseliyordu. Ayrıca üçüncü sınıf yolcuların henüz uyudukları kabinlerin zeminlerinde su birikintileri oluşmuştu. İlk hava bölmelerindeki su 4 metre yüksekliğe çoktan ulaşmıstı.Bagajlar yükselen suyun içinde parça parça yüzmeye başlamışlardı. Birbirinden nadide özel yapım otomobiller tuzlu suyla çoktan tanışmıştı bile. Gece yarısından üç dakika sonra tamamlanan keşif, Teknik Müdür Thomas Andreas'un 'Batacak' sözleriyle sona erdi. Kurtulma şansı yoktu artık Titanic'in. Kaptan Smith teknik müdürünün kagıtlara karaladığı hesaplara baktı.. S.O.S fişeklerinin fırlatılması emrini mürettabatıyla görüşmelsinden 10 dakika sonra verecekti. Önce mürettabata güvertede toplanma emri verildi. Sonra ise yolcular Cankurtaran kayıklarına bindirilecekti.;ancak sadece birinci mevkideki yolcular.. Aceleyle tek başına aşagıya indi. Önce gemideki en zengin adama John Jacop'a gitti. Telaşa gerek yoktu, ancak uyanmaları gerekiyordu. Kaptan bu sözleri geminin diğer aristokrat yolcularıylada paylaştı. Neden bu haberi kendisi verdi, neden sadece birinci sınıf yolculuk yapanlara verdi. Geminin batmak üzere oldugundan ikinci ve üçüncü sınıf yolcuların haberi olmadı. Ve bu zaman kaybını nasıl göze aldıgı hala bilinmiyor.Bilinen üçüncü sınıf yolcularının bazılarının çok sonra ve kendiliğinden uyandığı, bazılarının ise hiç uyanmadığı.Kaptan tekrar yukarı çıkıp S.O.S sinyalini gönderme emri verdiğnde çarpışmanın üzerinden tam yarım saat geçmişti. O arada mürettabattan 30 kişi Titanic'in dev jeneratörlerini devrede tutabilmek için aşağıya gönderildi. Ve gemi karanlık sulara gömülmeden 2.3 dakika öncesine kadar ışıl ışıl parıldadı.

BÜYÜK SÖZ (!)

Titanic'e en yakın gemi olan 'Californian' yardım sinyallerini almamıştı. Geminin kaptanı 22.21 'de suyun üzerinin buz bloklarıyla kaplı olduğunu ilk farkettiğinde makineleri stop ettirmişiti ve telsizcileriyle birlikte gün ışığına kadar derin bir uyku çekmek için kamarasına inmişti. Yardım sinyallerini İngiliz yük şilebi 'Carpathia' aldı. Tam yol Titanic emri verildiğinde saat 00.25'di bu süre içinde 58 deniz mili katledilemeyeceği biliniyordu. Yolcular güverteyi doldurmaya başlamışlardı. İkinci ve üçüncü sınıf yolculardan da uyanıp yukarı gelenlerde vardı. Kimsede en ufak bir panik hali yoktu. Çünkü kimse hala Titanic'in batabileceğine inanmıyordu. Birkaç güverte subayı güvertede toplanan ve ne olup bittiğini anlamaya çalışan yolculara hitaben 'Bu gemiyi Allah bile batıramaz' dediği birçok tanığın ifadesiyle teyit edilmişti ve bunu söyleyen mürettabat buna gerçekten inanıyordu. Buna inanmayan ve batmakta olduklarını kesin olarak bilen kaptan ve ona yakın birkaç subay da bu felakete uygun hareket etmiyorlardı. ama hesap ortaydı 1.308 yolcu ve 898 mürettabat olmak üzere gemide toplam 2.206 kişi bulunuyordu. Ve toplam 20 Cankurtaran kayıgında da 1.178 kişilik yer bulunuyordu. Bu da bir kaza durumunda 1.028 kişinin ölmesi anlamına geliyordu.

FİLİKALARA SINIFLARINA GÖRE BİNDİLER

Ancak ilk kurtarma kayığı, buzdağı Titanic'e geldikten tam bir saat sonra 16 sayfa tarafından hazırlanabildi. Artık çok geç kalınmıştı. Tayfalar kayıkları nasıl indireceklerini bile bilmiyorlardı. Kimse batacağına inanmadığı koca bir gemiden ayrılıp da Okyanus üzerinde ceviz kabuğu misali kaybolabilecek bir kayığa binmek istemiyorlardı. Şuursuzluk bu kadarla da kalmayacaktı. Subaylar , iki ucundan halatlara asılı kayıgın fazla dolarak suya indirilirken orta yerinden kırılmasından korktukları için 65 kişilik ilk kayığa sadece 28 kişinin binmesine izin verdiler. Geminin ön kısmı artık farkedilir bir biçimde aşağıya meyillendiği halde , ilk kayığa binmeye talip pek fazla yolcu yoktu. Yaşanan diğer bir gariplik ise, birçok filikanın kadın ve çocukları doldurmaya çalışan göevliler tarfından yarı boş şekilde indirilmesiydi. Filikaların denize indirilme senasında bile birinci sınıf ve ikinci sınıf diye ayrım uygulandı. En önce filikalara zengin ve varlıklı yolcular bindirildi.Üçüncü ve ikinci mevkidekilerin birinci sınıf yolcuların binmesi beklemeleri facianın daha da büyümesine sebep oldu.Varlıklı kimselerin filikalarına fazla yolcu almak istememeleri yüzünden ölü sayısı daha da arttı.

BATACAKLARINA İNANMIYORLARDI.

Kurtulanların yıllarca anlattıklarına bakılırsa bir sebep daha vardı.Ve o iki saat boyunca ölümü basiretsizce bekleyen yüzlerce kişinin ana amiliydi. Geminin batabileceğine olmasada zor durumda olduguna inanan bir kısım yolcu onlara sürekli korkmamaları gerektiğini söyleyen kaptanın çevresinde bulunmak, onun sahte rahatlamalarıyla hadiseyi algılamak yolunu seçmişlerdi.Böyle oluncada yolcular kayıkların indirildiği sancak tarafında değil,kaptanın ve subayların bulunduğu iskele tarafında toplanmıştı.Geminin iskele tarafıyla sancak tarafı arasındaki dört devasa baca diğer tarafı görme imkanını ortadan kaldırıyordu. İkinci kayık 5 dakika sonra indirildi. Bu kez iskele tarafından yani kaptanın ve etrafındaki kalabalığın bulunduğu taraftan indiriliyordu. Ancak Smith bu ikinci büyük hatasını yaptı ve birden 'kadınlar ve çocuklar iskele tarafında toplanacaklar,onların hepsi binmeden de erkekler kayıklara binmeyecekler' dedi. Sancak tarafında bulunan 10 kayık boş mu bekleyecekti ? Madem kadınlarla çocuklar iskele tarafında bindirilecekti, erkekler neden hiç değilse , sancak tarafında bulunan 10 kayık boş mu bekleyecekti ? Madem kadınlarla çocuklar iskele tarafından bindirilecekti. Erkekler neden hiç degilse, sancak tarafındaki 5 kayığı kullamamıyorlardı. Bu da bilinmiyordu. Erkekler binemiyor kadınlarla çocuklarda çok korkuyor ve iki ipin uçunda metrelerce aşağıdaki karanlık sulara inmek istemiyorlardı. İkinci kayıkta sadece 28 kişi ile karanlık okyanus sularına indi. Zaman Gittikçe daralıyordu.Kaptan Smith , yüzen sarayının batmasını şuuraltında kendi başarısızlığıymış gibi kabul ederek hala kayıklara binme emrini vermiyor. Yolcuların ve personelin isteğine bırakıyordu. Batma haberinden haberleri olmayan ve uyarılmayan yolcularda bunu çok önemsemiyorlardı. Kaptan Smith Titanic tamamen sulara gömülüne kadar suya 18 kayık indirdi. Ancak gemideki yolculara hiç bir zaman kayıklara binin emrini vermedi. Denize indirilen 18 kayıktan sadece dördü dolu idi. Denize açılan kayıklarda 500 kişilik boş yer bulunuyordu.

KORİDORLARDA KAYBOLDULAR

Bu hikayenin belki de en dehşetli yanı,özellikle en alt katlara yerleştirilmiş olan ikinci ve üçüncü sınıf yolcuların güverteyi bulanamamalarıydı. Titanic'in toplam 7 kilometre uzunlugundaki koridorlarında 762 kamara bulunuyordu. Mürettabatın bile zaman zaman içinde kaybolduğu koridorlarda , ara sıra yol gösterip, açıklayan levhalara da rastlamak mümkün idi. Ancak Avrupatı terkeden bu insanların bir kısmı ingilizceler'in deyimiyle İngilizce konuşulmayan ülkelerdendi ve o levhaları okuyamadılar. 709 üçüncü sınıf yolcudan sadece 55 erkek kurtulabilmişti. 0.45'te çarpışmadan tam bir saat sonra ilk S.O.S fişeği yıldızlarla dolu gökyüzüne fırlatıldı. Güvertedeki herkes durumun vehametini galiba o an anladı. Telsizci sinyali görmüştü. Ancak Amerikan senatosunda önündeki sorgulamasında bunu yukarıya bildirmek gibi bir görevi olmadığı için bildirmediği anlattı. Böylece 'Californian' ın oraya yetişip en azından suya atlamış olanları donmadan denizden toplama şansı da kaybolmuştu. Dördüncu kayıkta yine de 37 boş yer vardı. Kaptan binmek isteyen erkekleri engelliyor, kocası binemeyen kadınların çoğu kayıklara binmeyi reddediyordu. 5 kayığa 40 kişi bindi. Sonrakiler, ilk kayıklara göre daha dolu idi. Bazılarında kurek çekecek kimse dahi yoktu. Erkekler eşleriyle vedalaşıyor çocuklarını son kez öpüyorlardı.

KORKUNÇ SONA DOGRU

01.15'de korkunç sondan 65 dakika önce geminin ön kısmı 5 kata kadar suya batmıştı.Geminin içinde tahminen 30 bin ton kadar su vardı.O yarım saat içinde 11 kayık suya indirildi. Artık her botta 50-60 kişi oturuyordu. Sabah saat 01.30'da bir el ateş edildi. 5 güverte subayı kendisininde içinde bulundugu 11 kayık suya indirilirken 'ititşip kakışan üçüncü sınıf İtalyanlar'ın kayığa atlamalarını engellemek için ateş ettiğini' sonraki sorgulamaları sırasında anlatmıştı. 01.35'de ikinci bir silah sesi duyuldu. Subay Wiiliam Murdoch yarısı boş olarak indirilmekte olan 15 kayığa binmek isteyen erkeklere sözünü geçiremeyince onları indirmek için ateş etmekten başka çare bulamamıştı. 15 kayığa son anda tek bir erkek bindi. Titanic'in ait oldugu 'White Star Line' gemicilik şirketinin varisi Lord Josep Bruce İsmay dan başkası degildi.

ONUNLA BİR DÖNEM BATMIŞ OLDU

Titanic yara aldıktan sonra tam olarak batması 3 saat 20 dakika kadar sürdü. Güveretesinde 2.206 kişi bulunuyordu ve cankurtaran sandalları bu sayının yarısından azını alabilecekti. 1500 yolcu, gemi yavaş yavaş pruvasından suya gömülürken güvertedeydiler. Gemide kalanlar çogunlukla 3 mevki yolcular ve bazı zengin nüfuzlu erkekler di. Kurtarma filikalarına öncelikle kadınlar ve çocuklar alınmıştı. İnsanları ayırma işlemini zamanın maden ocakları sahibi Benjamin Guggenheim yaptı. Gece kıyafeti içinde kibar bir beyefendi görünümündeydi. Sigara salonunda en son beraber olduğu kişilerden birine 'Bana bir şey olursa karıma görevimi yaptıgımı söylersiniz. diyordu. New York Waldorf Astoria 'nın sahbi John Astor hamile karısını bir filikaya bindirdikten sonra gemide kalanlar arasındaydı. Vucudu geminin batmasından birkaç gun sonra bulundugunda tanınmayacak halde idi. Amerikan Kongre üyesi. New York 'taki Macy mağazalarının sahibi Istdor Straus karısı İlda ile seyahat ediyordu. Karıs kurtarma filikalarına binmeyi reddetti.'Her zaman kocamın yanında oldum şimdi neden bırakayım ' diyordu. Strauslar güverdeki sandalyelere oturup sonlarını beklediler.

ADIM ADIM ÖLÜM

Okyanu her geçen saniye Titanic'in yanan ışıkşarından birini daha içeri alıyordu. Batış gözle izlenebilir hale gelmişti. Ön kısmı suların ölümcül karanlığının içine batmış geminin arka kısmın kaldırmıştı. Yine de o ana kadar suya indirilmiş olan kayıkların pek uzaga gitmedikleri, geminin etrafında kalmaya çabaladıkları gözleniyordu. Titanic'in batacagına hala inanmayan bu insanlar eger gemi batmaz ise tekrar bineriz düşüncesiyle oradan ayrılamamaışlar ve kimse de onlara bu agırlıktaki geminin batarken meydana getirecegi anafordan bahsetmemişti. 01.45'de 16 kayık içinde 4 boş yer ile denize indirilirken güvertedeki 1.000'den fazla insan artık kurtulma şanslarının çok düşük oldugunu ve geri kalan 4 kayıkta ancak 250 kişilik yer oldugunu anlamışlardı. Titanic'in iskeşe tarafına dogru da yatmakta oldugu o sıralarda görüldü. Güveredede panik başlamıştı. Amerikalı tarihçi Barbara tuncman'a göre güverede bulunan New York'un ise yaramaz zengin sınıfı hizmetkarlarına ve onların üçüncü sınıfta yolculuk eden ailelerine atlarına verdiği kadar bile deger vermiyorlardı. ama son kayıklara binmek için de onların önüne gecmediler. Kimse onları can korkusunda görmemeliydi. Bu arada gemide hala tüm kadınlar kurtarılmış değildi. Hala geminin batacagına inanmayarak kocalarıyla kalmak isteyenler gemideydiler. Yeni evli bir kadın ölecekse eşiyle beraber ölmek istediğini söylüyor ve gemiden ayrılmıyordu. Öte yandan aşagı katlardan güverteye uzanan yolu ancak geçip, ağlayarak ve haykırarak yukarıya gelen onlarca üçüncü sınıf kadın yolcu da henüz gemide idi. Ve onlar sebebiyle son kayık 23 boş yer ile ve içine binmiş olan erkeklerin silah zoruyla tekrar güverteye çıkarılmasından sonra denize indirildi. Gemini arak kısmı birdenbire havaya yükseldiğinde içeride kalan 500 kişinin hayatta kalma şanşı tükenmişti. Yukarıya çıkan yollarda olanlar, birdenbire birer kuyu görüntüsü alan ve dikey birer boşluk haline gelen koridorlardan , gemini ön kısmımda yükselen suya düşerek boguldular. Kimilerinin üzerine dolaplar, piyanolar, kimilerinin üzerinede diğer insanlar yıkıldı. Titanic denize 45 derecelik bir açı yapıyordu. Güveretedekiler son çaresizlik içinde yerlerde sürünüyor , geminin okyanusun yutacagı son noktası olduguna inandıkları kıçına dogru tırmanmaya çalışıyorlardı. Bazıları ölümü beklemekten bıkkın , birdenbire buz gibi karanlıga atladı. Kimileri tutunamadı, kaydı ve düştü.Kayıklardan dehşet çığlıkları yükseliyordu insanların bütün umutları yok olmuştu.

PARÇA PARÇA OLDULAR

Titanic batıyordu.Suyun üzeri soğuktan çırpınmayı bile başaramayan insanlarla dolmaya başlamıştı.Birden kulakları sgır edici bir gürültü koptu. Titanic parçalanmaya başlamıştı. Kocaman metal plaklar kopuyor, bacalar yerinden oynuyor, katlar ayrılıyor gibi sarsılıyordu. 24 metre yuksekliğindeki 50 tonluk ilk baca 02.18'de deniz suyunu basıncına dayanamayarak kırıldı. Kırılan baca denize mantar yelekleri ile atlayan insanların üzerine yıkıldı.Ve birden ölümcül bir sessizlik geldi. Ardından Titanic daha da dogruldu ve su yüzeyine 70 derecelik bir açıyla ve birdenbire denecek kadar kısa bir sure içinde okyanusa ebedi dalışını gerçekleştirdi. Olata tanık olanlar bir anda diye düşündüler. Dilleri nefesleri tutuldu batmaz denilen gemi bir anda okyanusun sularında yol oldu. ,anıt tabut ardında ne bir dalga bıraktı ne anafor . Birkaç dakika sonra suyun altında yukardakilerin bile duydugu bir patlama gerçekleşti. İçte kalan hava üzerindeki basınç Titanik'i patlatarak üçe bölmüştü. Yüzen saray ilk ve son yolculugunu böylece okyanusun dibinde tamamlamıştı. Kayıklardan da suda yüzenlerden de bir anda çıglıklar yükseldi. Kayıklardaki 700 kişinin sesleri kısıldığında,denizin haykırmaya devam ettiği duyuldu.Denizdekiler donmak üzereydiler. Kayıklar ise denize düşen yolculardan epey uzaktı. Titanic ise deniz dibinde ebedi istirhatine olan okyanus tabanına ulaşmıştı. Ve insanoğlunun nasıl acımasız, nasıl bencil ,nasıl sakat olduğu o andan sonra , birkez daha teyit edilecekti. Birinci sınıf yolcusu birkaç hanıefendi amerikan Senatosu önündeki sorgulamalarında 'Bağıranlar, uyuyarak battığını bile anlayamayan uyanıncada kriz geçiren birkaç üçüncü sınıf yolcusuydu' demişti, ama hala 500 kişilik boş yerleri bulunan kayıktakilerin denizdekilerin suda donmadan önce geçirdikleri süreci anlatan ifadeleri gerçekten dehşet vericiydi.

İNSANLARIN İNSANLIKTAN ÇIKTII ANLAR

6. kayıktakiler, kürekciye suda yüzmeye çalışanların yanına gitmek için baskı yapmışlar, ancak kürekçi bunu 'zaten yerimiz yok, biz de batmayalım ' gerekçesiyle reddetmişti. Komisyon raporlarına göre 4 kayıktaki kürekçiler sudakilere yardım etmek istemiş ancak yolcular bunu 'yasaklamışlardı' Ve diğer kayıklarda daha da insanlık dışı uygulamalar a yaşanmıştı. Kazadan kurtulanların anlattıklarına göre hep beraber tempo tutup şarkı söylemişlerdi. Hem denizde haykıranların hem de vicdanların seslerini bastırabilmek için ... Ve kürekçi Lowe denetimindeki 14 kayık , içindeki herkesi diğer kayıklara aktardıktan sonra boş bir halde su üzerinde kalmaya çalışan yüzlerce insana yaklaşmış , onlara 150 metre kala durmuş ve yarım saatten fazla bir süre beklemeyi tercih etmiş. Sorgulamayı yapan senatör 'neden' diye sorabildiğinde ise 'yaklassaydım hepsi binmeye çalışır , hep beraber ölürdük'cevabını almıştı. Sudakilerin hayat belirtileri yaklaşık bir saat kadar sonra kesildi. Cesetler suyun üzerini yakamoz gibi kapladığında kayıklar uzaklaşmıştı. Kurtulan sivillerden hiçbiri yargılanmadı. Birçok devlet , ceza yasalarının ölümle karşı karşıya gelerek kendini savunmak zorunda olan insanlar için yapılmadığını söyledi. Carpathia olay yerine Titanic tamamen gözden kaybolduktan tam iki saat sonra vardı. Kayıkların çoğu daha çevredeydi ve sabaha kadar kayıklardaki insanları güvertesine almakla uğraştı. S.O.S çağrısına gelen diğer gemi Californian ise ancak sabah 08.30 'da kaza mahalline ulaşabildi. İki geminin ifadelerinde anlaşıldığına göre Titanic yardım sinyallerinde yanlış koordinatlar vermişti. İki gemininde yolu biraz da bundan uzamıştı. 15 Nisan sabah saat 2.05 'de denize inmiş Filikalarda birinci mevkiden yüzkırkaltı (%97) ikinci mevkiden yüzdört( %89) üçüncü mevkiden yüzüç(%42) kadın ve çocuk yüz kırkaltı yetişkin erkek ve gem 885 mürettebatından 212 kişi kurtulabilmişti. sabah dörtte filikalardan ilkine yardın ulaştı. sağ kalabilen 705 kişi yardıma gelen gemiler tarafından kurtarıldı.

YENİ BİR ÇAĞ

Yirminci yy.'ın en büyük deniz kazası olarak kabul edilen Titanik'in batması bir çok kişi tarafından 'kuşku çağının' başlangıcı olarak kabul ediliyor. En ileri teknoloji harikası olarak sunulan geminin her şeye rağmen batması insanlarda güven duygusunu derinden sarstı. 1500 kişinin hayatını kaybettiği dünyada duyulduğunda milyonlarca insan ağır bir şok yaşadı. Dönemin gazeteleri 'teknolojiye duyulan kör güvene korjunç darbe' manşetlerini atyılar. Olaydan üç hafta sonra İngiltere, kurtarma kayıklarında her yolcu için bir yer zorunluluğunu getirdi. Milletler arası heyetler,gemilerde telsizcilerin nöbet tutması mecburiyetini getirdi. Ve daha o yıl çıkmadan ünlü fizikçi Alekxandır Behn buz dağlarını elektroşok dalgaları ile denizin dibinden tanıyan ve yerlerini belirleyen' ekolot' isimli cihazı geliştirdi. 1500 kişiyle birlikte akala gelebilecek her türlü lüksün bünyesinde barındıran bir saray batmıştı. insan aklının ,insan duyarlılığının kordineli bir iş birliği oluşturamadığı bir yerde ne teknoloji ne de o görülmedik ihtişam hiçbir işe yaramamıştı.

GİZLİ RAPORLARDA NE VAR

ABD'de yayınlanan National Enquirer Dergisinin ortaya çıkardığı gizli rapor ile kazanın vehameti bir kez daha ortaya çıktı.National Enquirer Dergisinin gün ışığına çıkardığı ve 19 nisan 1912 tarihinde tamamlanarak Amerikan Senatosuna sunulan gizzli Titanik raporunda facia ile ilgili şimdiye kadar bilinmeyen gerçekler gözler önüne serildi. Bu rapora göre Titanik'in mürattebatı ve yolcuları kazanın olduğu anlarda dahi buz dağını ciddiye almamış hiçkimse çarpışmayı önemsememiş. Raporda yolculardan bazılarının kameralarına çekildiği bazılarının ise güvertede ki karlarla kartopu oynadığı belirtiliyor. Geminin gözcülerine dürbün verilmediği için buz dağlarının zamanında fark edilip rotayı değiştirmek gibi bir imkanının olmafı belirtilen gizli raporda gemi gözcülerinden ' Frederich Fleet'in açıklamalarına da yer veriliyor. İngiltere'den dürbün istedik. Bize verilecek dürbünlerinin olmadığını söylediler. Eğer dürbünlerimiz olsaydı buz dağını erken fark eder yolumuzu değiştirirdik diyor. Yıllar sonra ele geçirilen rapora göre gemide yolcuların yarısını bile kurtarmaya yetecek tahliye sandalı yoktu.Ayrıca soruşturma derinleştirilince bazı acı gerçeklerde ortaya çıktı. Korkak erkeklerle mürettebata tahliye sandallarında yer açmak için bazı kadınlar gemide bırakılmıştı.Bir sandala sadece erkekler bindirilmişti. Üçüncü kaptan Herbert Pitmen kendisinin bindiği sandala daha fazla kazazede almanın mümkün olup olmadığı sorusunu 'aslında sandalımız 20-30 kişi daha alabilirdi. Fakat geri dönersek insanlar sandala hucum edeceklerdi batma tehlikesini göze alamadık'diye cevaplamıştı. Titanik'in dik olarak atlantiğin dibine batışı üzerindeki insanlarıda dibe götürmüştü. Batış anında kurtulabilen yüzlerce insanda soğuk sularda yardım beklerken ölmüşlerdi. Titanik batmadan evvel 20 filika denize indirilmiş olmasına rağmen bunlardan sadece birisi geri dönüp denize dökülen insanları toplamaya çalışmış diğer filikalar ise girdaba kapılma ve saldırıya uğrama korkusuyla kaçmışlardı. Boğulanların yanında soğuk deniz suyuyla donan yüzlerce insanda o an ölmüştü.

Kaynak:National Geographic,www.netpano.com